Siyahtanbiiradam - Tumblr Posts - Page 2
Yaşamaya dair isteksizlik;
Hiçbir şeyin fark etmemesi hâli. Çayına kaç şeker atıyorsun? Fark etmez. Uyuyup uyanıyorsun devam etsen ya da kalkıp bi şey yapsan fark etmez. Burası gaz kokuyor herhalde bi yerde kaçak var diyorlar, sigara içmesek mi yanmayalım şimdi? Fark etmez. Oğlum şimdi ölsek nolur ki hatta keşke olsa da gitsek çok da düşünmeden diye çakmağı çakıyorsun. Devam etsem milyon tane fark etmez yazacağım, öyle bi ilgisizlik.
İyi geceler
İhtiyacı olan varsa, ben buraya bıraktım, dileyen üstüne alınabilir.
Kimse en sevdiğim rengi bilmez, kimse en sevdiğim içeceği, diziyi, filmi, en çok korktuğum şeyi, en sevdiğim şarkıyı bilmez. Yalnız değilim ama bilmezler.
Burda çiçekler açmıyor.
Vücudum yüreğime dar geliyor
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında `hayat`, soluk almak güçleştiğinde, yüreğin susup mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, `dağ`lara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; yeni `insan`larla tanışmalı, yeni keşifler yapacak… Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli! her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir `nehir`, kendisinin bir `sal ` olup da, o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli! sağlığını kaybedip, `ölüm`le yüz yüze gelmeden önce, değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için! başkasının yerine koyabilmeli kendini; ağlayan birine "`gül`", inleyen birine "`sus`" dememeli! ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli! şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; sevgisiz, soysuz kalarak! dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp hapsetmeli kokusunu içine...`güneş`in doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını... karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada `boran`da; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın! bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli! ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı! Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların; merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların. Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne kendini düşünmekten herkesi `unutmamalı`! bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için. Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil, söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli! aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere. ‘hafıza`sı olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için! soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir `ömür` harcayacak! dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak! herkese yetecek kadar `büyük` olmalı `sevgi`si; ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin; zaman bulabilsin; bir `teşekkür`, bir `elveda` için. Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; asla vazgeçmemeli sevmek ve öprenmekten; ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi... zamanın `ninni`siyle, uykuda geçirmemeli `hayat`ı! diye.
Çocukluğum
Gelecek kaygımın olmadığı yaşlarım. Tek derdimin bisikletimin patlayan tekeri olan yıllar. Gıcık olduğum arkadaşlarımla ertesi gün yine oyun oynadığım, güne sabah susam sokağıyla başladığım, akşam haberlerini babamın neden bu kadar dikkatli izlediğini anlayamadığım yıllar.
Üzüntümün annemin gelip güldürmesiyle geçtiği yıllar.
Zinciri atan bisikletimi tamir ederken yaşadığım öfke ve sonrasındaki gururu yaşadığım yıllar. Terlikle koşarken düştüğümde dizimde oluşan kabuğun geçtiğinde, acaba ileride izi kalacak mı diye düşünmediğim yıllar.
Kızlar seni çok beğeniyormuş dendiğinde utandığım, insanların hakkımda ne düşünüyor acaba diye düşünmediğim yıllar.
Merdivenleri 5er 5er inmenin marifet saydığım, evdeki bozulan radyoyu sanki tamir edecekmiş gibi açıp, sonrasında kapatırken artan bir tane vidayı sakladığımdaki heyecana sahip olduğum yıllar.
Sevgi, belki nefret gibi duygulara sahip olduğum ama asla kin olmayan, küslük nedir bilmediğim yıllar.
Toprakta deliler gibi top oynayıp, akşam eve geldiğimde banyoda ayaklarımdan akan kapkara suyu görürken yaşadığım rahatlama hissine sahip olduğum yıllar.
Pazar gününün banyodan sonra bizimkilerle devam edip, parliament gece sineması 'nın başında bittiği yıllar.
Hayattaki en büyük sırrım olan sınıftaki hoşlandığım kızın adını biriyle paylaşırken duyduğum heyecana, daha ertesi gün bu sırrı öğrenen diğerlerinden kaçarkenki halimdeki mahcubiyete sahip olduğum yıllar.
İşte benim çocukluğum.
Dayê delala minê, Hele bêje çawanî